TEK NORM : ESNEKLİK

Sefamerve CEO’su Mehmet Metin Okur’un uçurtma sörfü yaparkenki hali, yeni normali açıklıyor. Yeni normalde yol alabilmek için rüzgârın ve suyun dinamiklerine uyum sağlamaya benzer bir yeni modeli oluşturmak gerekiyor. «^r,^ ,•*% 11 “• ■<■!»,•%» F0RTUNETURKEY.COM i) H A 7 I P A N 2 0?0TEKNORM: ESNEKLİK YENİ NORMALE GEÇİŞ Türkiye dahil olmaküzere çeşitli ülkeler planlarını yaptılar ve normalleşme süreçlerini başlatıyorlar. Bu yeni dönem eski normale dönüş değil yeni birnormaliyaratma süreci olacak. Buna yeni normale geçiş adını vermek daha doğru görünüyor. Bu dengemizi kaybetme riski kadar dengeleri lehimize çevirmefırsatını da önümüze koyan birdönem olacak. KORONAVİRüs DÖNEMİNDE çok gerekli olmadığı sürece ofislere gitmeden çalışabileceğimizi gördük. Farklı yöneticilerden evden çalışmanın performansı artırdığını duyuyorum. AVM’lere gidip alışveriş yapmamanın bizi öldürmediğini de gördük. Ancak ekonominin durması, iktidar ve şirketler de dahil olmak üzere yönetilmesi mümkün olmayan bir süreci önümüze koydu: para girdisi olmayan bir sistemde ödemeleri yapmak ve sisteme dahil olan kişilerin hayatlarını sürdürmeleri için gereken ekonomik kaynağı sağlamak. Bu herhangi bir matematik formülle sürdürülebilir hale getirilebilecek bir çevrim değil. »Yeni normale geçiş 02 Daha önemlisi birçok yapı, bu yürümesi mümkün olmayan sistem içinde çözümü, geleneksel iş modellerini dijital araçları kullanarak yeniden ayağa kaldırmayı başardı. Video konferans sistemleri kullanılarak yapılan toplantılar insanlara güven verse de bu, geçmişteki normali sürdürmenin dışında bir anlam taşımıyor. Bu, şirketleri ve çalışanlarını riskten korunaklı bir noktaya da taşımıyor. Tempo CEO’su Cemal Akar’m, ortaya koyduğu formül ile aradaki fark gerçekleri anlamamıza yardımcı olabilir. 3 bin kişilik bir çağrı merkezi operasyonunu yöneten Akar, evden çalışmanın ofise gelmesi gerekmeyen çalışanlar için kalıcı bir çalışma biçimi haline geleceğini belirtirken insanların yaratıcılığını besleyen sosyalleşme araçlarının da oluşturulması gerektiğinin altını çiziyor. Bu ikili sisteme dayanan iş modelinin temelini ise, şirket içindeki herkesin şirkete bağlılığının kişisel değerler ve şirket değerleri arasında kurulan bir köprüye dayanması oluşturuyor. Bu sistem, sarsılması zor bir güven bağı oluştururken ölçme kriteri ise elde edilen sonuçlara dönüşüyor. Farklı işlerin ihtiyaçlarına ve çalışanların biyolojik saatlerine bağlı performanslara göre yeniden düzenlenmesi gereken iş modelinde temel odağın esneklik olması gerekiyor. Evden çalışma belirli saatler arasında ofiste toplanmaya dayanan sanayi artığı çalışma sistemini yıkarak bu geçişi mümkün kılarken esnekliği yaratma konusunda kat edecek çok yolumuz var. Alışkanlıklar henüz değişmiş değil ve bu zaman alacak. AVMlerin açılması ile birlikte kapılarında kuyruk olan insanlar, alışkanlıkların ne kadar zor değiştiğini gösteriyor. Alışkanlıklara sarılma gelecek dönemde hiç olmadığı kadar büyük risk yaratabilir. Aslında bu geçmişte de böyleydi. 2000’li yıllara gelirken yaşadığımız İstanbul depreminde sokağa dökülen insanlar sahildeki otobüs durakları ve günlük hayatlarında kullandıkları diğer noktalarda toplanmıştı. Bu alanlar dolgu oldukları için çökme ve olası bir tsunamide ilk darbeyi alma riskini taşıyordu ama şans eseri bu gerçekleşmedi. Koronavirüs süreci ise, şansın insandan yana olmadığı ve her hatada insanların önemli bir bedeli ödemesi nedeniyle çok daha kritik. Bu dönemde insanların yaşayacağı esneklik, eskiden gelen bilgilerini bir kenara bırakıp anlama güçlerini geliştirmesi ile sağlanabilecek bir yetenek. Şu ana kadarki tablo, bu konuda çok iyi bir performans göstermediğimizi ortaya koyuyor. Çünkü şimdiye kadar kurduğumuz yapılar bu yeni normalle uyumlu değil. AVMler bunun tipik örneği. İnsanların içeride zaman ve para harcamasını sağlamaya yönelik bu yapılar, mağazaların bir cadde üzerinde yer aldığı alışveriş bölgelerine göre çok daha az esnek. Bunun nedeni AVM’lerin ne kadar iyi tasarlanırlarsa doğal olmayan kapalı mekanlar olmaları. Güvenlik başta olmak üzere çeşitli nedenlerle giriş çıkış noktalarının sınırlı sayıda olduğu bu tesislerde, havalandırma ve aydınlatma gibi bütün yaşamsal fonksiyonlar ne kadar iyi tasarlanırsa tasarlansın, yapay ve bunları işletmek maliyetli. Sokağa göre çok daha yüksek maliyetli, diyelim. Burada doğaya dönelim tarzında bir sistemi savunmuyorum. Tempo’nun tasarladığı çalışma kabini de sonuçta insan yapısı ama ikisinin işlevleri karşılaştırıldığında aradaki fark rahatça algılanıyor. Kenar uzunluğu 1,2 metre olan kare bir taban üzerinde duran bu kabin evden çalışan kişilerin kendilerine bir ofis ortamı yaratmasını sağlıyor. Türkiye’nin çeşitli illerine dağılan operasyonlarını kurgularken çalışanlarının kendilerine ait odaları olmadığını fark eden Tempo, bu kabinleri tasarlıyor. Kabin, güvenlik için bir güvenlik kamerası, kapısı kapatıldığında tamamen kapalı hale gelen mekanı besleyen bir havalandırma sistemi ve aydınlatmasıyla birlikte entegre bir yaşam ve çalışma alanı. Akar, ofisteki odasına göre çok daha küçük olan bu kabinde çalışırken çok rahat konsantre F0RTUNETURKEY.COM // HAZİRAN 202083 olabildiğini ve burada çalışmaktan mutlu olduğunu söylüyor. Aynı zamanda Kişisel Verilerin Korunması Kanununa (KVKK) uygun bir güvenlik düzeyini ve işverenin sorumlu olduğu iş güvenliğini sağlayan bir çalışma alanı oluşturan kabin, yeni ve esnek iş modelinin de altyapısını sağlıyor. Bilkom’un geliştirdiği ödüllü sanal işyeri (virtual \vorkplace) de bu tür bir esneklik yaratıyor. Bilkom Genel Müdürü Fikret Ballıkaya, “Yeni çalışma modelleri işin çok daha geniş zamana yayılmasını gerektiriyor. Biz 7 gün 24 saat çalışma ihtiyacını 7 gün 24 saat yaşama olanağı ile birleştiren bir sistem tasarladık” diyor. Bunun ne olduğunu anlamak için, Balhkaya’nın dışarıda bir yerde kendi başına yemek yerken aynı zamanda çalıştığını gösteren fotoğraflara bakmak yeterli. Bugün anlaşılması zor olsa ve iş/yaşam dengesi üzerindeki etkileri konusunda tartışmalar sürse de her iki örnek de şimdiden esneklik yaratma konusunda olumlu yönde birer örnek oluşturmuş durumda. ENÜZ NİHAİ SONUCA ULAŞMASA DA bu esneklik arayışlarının bizi nereye götüreceği konusunda Sefamerve CEO’su Mehmet Metin Okurun uçurtma sörfü fotoğrafları iyi bir fikir veriyor. Takım elbisesi ve çıplak ayaklan ile sörf tahtasının üzerinde yer alan Okur, uçurtma ya da paraşütün rüzgarı yakalaması ile sağladığı gücü sınain üzerinde -ve sudan kopmadan- gitmek için kullanıyor. Burada özellikleri açısından bambaşka iki ortam yer alsa da, sporcunun bedeninin bu spora uygunluğu ve sporu yaparken ulaştığı gelişmişlik düzeyi performansı belirliyor. Okur, bu konuda kat ettiği önemli mesafe ile uçurtma sörfünde neler yapılacağını çoktan gösterdi. Bunun iş dünyasına yansıması, duymadıysanız duymaya başlayacağınız VUCA ile olacak. Değişkenlik (volatility), belirsizlik (uncertainty), karmaşıklık (complexity) ve muğlaklık (ambiguity) sözcüklerinin birleşmesiyle ortaya çıkan kısaltma olan VUCA, 1980lerde ABD ordusu tarafından nelerin bilinmediğinin de bilinmediği ortamlarda harekât yapmanın metodolojisi olarak geliştirilmeye başladı. Bu koşullar şu anda geçmeyi planladığımız yeni normalin koşullarıyla tam olarak örtüşüyor. VUCA’ya daha önce de değindiğim için sözü çok uzatmayacağım ama bu yazıda bahsedilmesinin nedeni Okurun uçurtma sörfü deneyimine yer vermemle yakından ilgili. VUCA dönüşümünde verilen örneklerden biri olan “ağacın üzerindeki kuş” konusu, uçurtma sörfüyle birebir örtüşüyor. VUCA eğitimlerinde ağacın üzerindeki kuşun gücünün üzerinde durduğu daldan değil, kendisinin kanatları sayesinde uçabilmesinden kaynaklandığına işaret edilir. Okur’un sportif deneyiminin kendisine kazandırdığı güç de, bir yandan kendisini çeken rüzgar ve diğer yandan kendisini direnciyle tutan su ya da deniz arasında düşmeden var olabilmeyi ve hareket edebilme yeteneğinde temellerini bulur. Geleceğin kurumlarının nasıl olacağını bugünden söylemek zor ama geleceğin insanının bu özelliklere sahip olacağı açık biçimde görülüyor. İnsanların bu güçlerinin iş hayatında doğru biçimde kullanılabilmesi için bir misyon yani bir hedefin bu güçle birleştirilmesi gerekir. Ağacın üzerindeki kuşun kanatlarının gücü sayesinde uçması önemli olsa da başarı bu kuşun doğru noktaya uçmasını sağlamaktan geçer. DefineX CEO’su Tolga Ulutaşin insan odaklı bu yeni normal arayışında en önemli destek güç olan dijitalleşnıenin yeni normali hakkında söyledikleri iyi bir düşünce tarzını ortaya koyuyor. Ulutaş, “dijitalizasyon yolculuğunda yeni normal” tanımlamasını “Tüm dünyada son on yılın en büyük ekonomik dönüşüm başlıklarından biri olan dijitalizasyon, COVID-19 salgınıyla birlikte daha da hız kazanacağa benziyor. Özellikle içinde bulunduğumuz dönemde, hizmeti alan ve verenin fiziksel olarak aynı ortamda bulunmasının gerçekten sunulan hizmetin kalitesinde etkili olup olmadığı tüm sektörlerde tek tek mecburi bir teste tabii tutulmakta. Bu testler ve bu testlerden çıkan öğrenimler dijitalizasyon yolculuğunda her sektörün yol haritasını kalıcı bir şekilde değiştireceğe benzer” şeklinde yapıyor. ZBERLERİN BOZULDUĞU ve bozulması gereken bir dünyada dijitalleşnıenin sağladığı dinamizmi doğru işleri desteklemek için kullanmanın sağlayabileceği sonuçlar, yeni yol haritasını doğru çizmeyi gerektiriyor. Bu yaklaşım, o> F0RTUNETURKEY.COM // HAZİRAN 2020Yeni normale geçiş Türkiye’nin geleceğini güvence altına almak açısından da önem taşıyor. Eğitimde, uzaktan eğitim deneyimiyle farkına varılan dinamiklerin şiddetli bir ezber bozma sürecinin kapısını açacağına işaret eden Ulutaş, şimdiden bu alana dikkat etmemizi sağlayacak ayrıntılı bir analiz ortaya koyuyor. Bu deneyimi “Özellikle uzaktan eğitim şimdiye dek test edemediğimiz bir büyüklük ve derinlikte teste tabii tutuluyor ve imkânsız denen birçok şeyin belki birkaç iyileştirmeyle hiç de imkansız olmadığı ve hatta eskisinden daha etkili bir yöntem olabileceği gözler önüne seriliyor. Salgın bizi bir baskınla yakaladı ve uzaktan eğitimle ilgili birçok konu tüm dünyada tam hazırlık zamanı bulamadan bazı pürüzlerle devreye girdi” sözleriyle özetleyen Ulutaş, gelecek vizyonunu “1-2 yıl içinde bu pürüzlerin çözüldüğü bir dünya hayal edin. Öğrencilerin evlerinden dijital ortamdan aldıkları eğitimin ilgili ülkenin en iyi öğretmenleri ile merkezden verilebildiğini, bunun eğitim eşitliğine olan pozitif etkisini ve kamunun üzerindeki okul binası ve ilgili tüm maliyetlerin azaldığını, bu kaynakların öğrencilere bilgisayar verilmek için kullanıldığını hatta arttığım düşünün. Gerçekten fiziksel olarak ortam gerektiren laboratuvar çalışmalarının bir bölgedeki seçili birkaç lokasyonda tam anlamıyla mükemmel donatılmış laboratuvarlarda yapıldığını. Bugün bir çok ülkenin kaynakları tüm okullarını yeterli öğretmen ve yeterli laboratuvar ile donatmaya yetmiyor. Ülkelerin en iyi eğitimcileri sayılı birkaç öğrenciye sınırlı bir hizmet veriyor. Okul binaları, servisler, giysiler ve yemek gibi yan faktörler büyükçe bir maliyeti hem kamu hem aile bütçesinden alıp götürüyor” sözleriyle ortaya koyuyor. Bu alandaki uygulamaların replike edilebileceğini söyleyen Ulutaş sözlerine, “Bu üstelik ilk, orta ve lise öğretimiyle sınırlı değil. Aynı senaryonun üniversiteler için olan durumunu düşünün. Dünyanın en gözde üniversitelerinin artık yılda 3 bin-5 bin öğrenci değil 100 bin öğrenci kabul edebilmesine fırsat oluşacaktır. Üstelik bugünkü maliyetlerin yalnızca küçük bir kısmına bu eğitim verilebilecek. Birçok kişinin kendi şehrindeki orta halli bir üniversite yerine dünya çapında isim yapmış bu kurumları tercih edeceğini tahmin etmek zor değil. Bu tür bir model değişikliğinde yeni roller ve yeni ekonomik etkiler ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Madem en iyi az sayıda öğretmen merkezi bir şekilde ilk

buy generic levitra

, orta ve lise eğitimi verebilir peki şu anda sayısız okulda çalışan ve o az sayıda en iyiye dahil olmayan öğretmenler ne yapacak? Belki de bir tür yeni rol tanımlanacak: Öğrencilere aldıkları merkezi eğitimi pekiştirmelerine destek verecek, kişisel gelişimlerine destek olacak yeni bir rol” diye devam ediyor. Hayallerin yanında yıkıcı bir değişim olasılığını da dikkate almakta yarar var. Ulutaş’in sıraladığı bir dizi soruyu dikkate almak geleceği doğru planlamak açısından zorunluluk: “Bu gelişmeler yaşanırken bugün orta, hatta ortanın altında eğitim veren yerel üniversiteleri ne bekleyecek. Bir öğrenci aynı maliyetle dünyaca ünlü bir kurumdan mezun olabiliyorsa niye bu üniversiteleri seçsin? Bu okullar katma değerleri sorgulanabilir bir duruma mı düşecekler? Kapanacaklar mı? Yoksa bir tür global üniversite markaları ağının parçası haline gelip onların yerel laboratuvarı olarak mı hizmet verecekler? Hangi branşlar buna uygun olacak hangileri olmayacak? Belli ki birçok branş bu yeni duruma uygun olabilir.” Bu adımların atılmasının önünde teknolojik bir engel bulunmuyor. Ulutaş bu konuda “Tüm bunları destekleyecek teknoloji nereden gelecek? Örneğin bugünün teknoloji devleri olan Google, Facebook, Amazon, Apple, Microsoft bu resimde çok kritik roller oynayabilir” dedikten sonra “Kemerleri bağlayın, dijitalizasyon asıl şimdi geliyor” sözleriyle bu yeni dijitalleşme sürecinin startını veriyor. AŞAMAK İÇİN REKABETTE üst sıralarda yer almak zorunda olan şirketlerin oluşturduğu kurumsal dünyada bu sürecin biraz daha önce başladığını görüyoruz ama Ulutaş’ın bahsettiği dönüşüm noktasına daha yeni ulaşılıyor. Vidobu’nun rakamları buna işaret ediyor. Koronavirüs döneminde şirketlerden gördüğüm F0RTUNETURKEY.COM // HAZİRAN 2020>r> 85 ilgi ikiye katlanan online video eğitim platformu Vidobu’da talep edilen eğitimlerin kapsamı da değişiyor. 2009’da kurulan ve 2013’te Mynet Grubu’na katıldıktan sonra yıllık yüzde 100’lük büyüme trendine oturan Vidobu’nun Kurucusu ve Yöneticisi Hakan Çamoğlu, son iki aylık dönemdeki talep patlamasının birçok yeni şirketle işbirliğine başlamalarına neden olduğuna işaret ettikten sonra “Uzaktan eğitimde şirketler artık sadece çalışanlarının zorunlu eğitimlerini değil, özel yaşantılarını da etkileyecek eğitimler vermeyi tercih ediyor. Çalışanların ilgisini artırmak için özellikle hobi, sağlık, aile gibi eğitim içeriklerine ilgi giderek artıyor” diyor. 12 binin üzerinde Türkçe eğitim seti bulunan Vidobu’nun bireysel kullanıcılar, Türkiye’nin önde gelen şirketleri ve üniversitelerini barındıran müşteri tabanında, bireysel kullanıcılar, Türkiye’nin önde gelen şirketleri ve üniversiteler yer alıyor. Yaklaşık 1 milyon kullanıcısı bulunan Videobu’nun portföyünde Koç Holding, Tüpraş, Marmarabirlik, Renault, Vodafone, Garanti Bankası, QNB Finansbank, Akbank, MESS, Çimsa, Enka İnşaat gibi şirketlerin yanında Türkiye’de 40’a yakın üniversite de bulunuyor. 2019’da İngilizce içerik üretmeye başlayan Vidobu, aynı yaklaşımı uluslararası platforma taşımayı da planlıyor. Dikkat çekici olan Vidobu gibi şirketlerin değişen eğitim ihtiyaçlarına hitap edebilme gücüne sahip olması. Bu, herşeyin değişmesiyle ortaya çıkacak yeni normalde yapılacak işlerin en çarpıcı boyutu olacak. Eskiden dijitalleşme yolculuğunda mobil uygulamaların keşfedilmesi ile “öncelikle mobil-mobile first” yaklaşımının yerini “sadece mobil-mobile only” yaklaşımının almasında olduğu gibi ancak çok daha hızlı olarak, esneklik iş hayatında en önemli rekabet avantajı ve hayatta kalma dinamiği haline gelecek. Tabii bu, kişisel hayatlarımızda pilates ya da yoga yaparak kazandığımız türden bir esneklik olmayacak ama benzer egzersizlerle sürekli güçlendirilmesi gerekecek. Sefamerve Kurucusu Mehmet Metin Okur, “İnsanların bilgisayar başında elektronik ticarete alışmalarının etkisini keşfettikten sonra mobil kullanım dalgasını kaçırmamak için e-ticaret deneyimini olduğu gibi m-ticarete aktarmayı denedik. Sektörün bu yaklaşımı, e-ticarette yüzde 5’lerde olan satışa dönüşme oranının mobilde yüzde l’lere gerilemesine neden oldu. Şimdi konuşmaya dayalı (conversational) ticareti keşfediyoruz ve satış oranlarının yüzde 15’lere kadar çıktığını görüyoruz” şeklinde konuşuyor. Yeni normalin en önemli özelliklerinden biri, insanın doğasındaki dinamikleri yeniden keşfedip en uygun yöntemleri geliştirebilenlerin ayakta kalacak olması. İngilizcedeki native sözcüğünün Türkçe karşılığı olan yerli sözcüğünü şimdiye kadar kullandığımızdan farklı ele almamız gerekecek. İnternetin yerlisi, dijitalleşmenin yerlisi gibi ifadelerde kullandığımız bu sözcüğü, insan ve sosyal yaşam bazında yeniden keşfetmek gerekecek. Bu da çok kolay değil. Geçmişte cep telefoundan ya da bilgisayardan kafasını kaldırmamakla ve asosyal olmakla suçlanan gençler ve çocukların durumu ile bugünkü halimizi karşılaştırdığımızda kimsenin söyleyecek sözü olmadığını düşünüyorum. O “asosyal” kitle, yetişkinlerin şu anda yarım yamalak kullanmakta olduğu araçların hakimi. NCAK İNSAN OLMANIN gerekleriyle ilgili durum da aynı mı? COVID-19, Çin’deki ya da Avrupa’daki bir sorunken koltuğumuzda oturup izlemenin ötesinde bir şey yapma isteği kimsede çok fazla yoktu. Cinayet görüntülerini sosyal medyada paylaşıp trafik almaktan mutluluk duymak yadırganan bir şey değildi. Günümüzde “kendini gösterme” güdüsü hala egemenliğini sürdürse de yavaş yavaş bu yeni dünyanın sorunlarına çözüm yaratan işler yapmayanların ortadan kalkacağı düşüncesi yani yeni hayatın yeni gerçeği herkes tarafından algılanmaya başlıyor. Herhangi bir amaçla geliştirilen teknolojinin insanlığın yaşamsal sorunları için kullanılmasının önemi giderek artan ölçüde idrak ediliyor. Sanayi tesislerinin virüsten korunmak için yüzü kaplayacak şekilde kullanılan kalkanları üretmesi, askeri ve elektronik alanındaki şirketlerin F0RTUNETURKEY.COM // HAZİRAN 2020Yeni normale geçiş 86 solunum cihazı üretmek için işbirliği yapması bu yeni normalin dikkat çekici adımları. Otomotiv teknolojileri alanındaki faaliyetleri toplam faaliyetleri içinde önemli yer tutan Bosch’un bu alandaki şiddetli daralma karşısında sürdürülebilirlik alanına odaklanacağını açıklaması, bu yeni normalin bir diğer önemli örneği. IBM CEO’su Arvind Krishna’nın şirketin vizyonunu yansıtan Think Digital etkinliğinde sağlık sigortası şirketi Anthem’in CDO’su Rajeev Ronanki’yi konuk ederek kendisiyle, Anthem’in sağlık sigortasından sağlık hizmetleri tedarikçisine dönüşmesini konu alan uzun bir konuşma yapması yeni normali anlamaya yarayan bir diğer olgu. Artık aracılık yapan şirketler servis şirketlerine dönüşmeleri gerektiğini daha iyi anlıyor. Yaşamın sürekliliği için gereken işlerin yapılmasında ister şirket, ister platform ve isterse ekosistem yapısı içinde olsun uçtan uca çözüm sağlayan yapılara evrilen bir iş dünyası göreceğiz. Krishna, bu nedenle teknolojisinin böyle bir örnekte kullanılmasını önemsiyor çünkü yeni normalde hayatta kalmak için bunu sağlamak gerekli. Bu dünya, insanlann abonelik sistemlerine dahil olarak yaşadıkları bir kurguyu da beraberinde güçlendirecek. Reklam gelirlerinin sıfira yakın noktaya gerilemesiyle uluslararası medya şirketleri abonelik modelini öne çıkarma konusunda hızla yol aldı. Aylık ortalama dört-beş dolara standart hizmetini veren bu uygulamalarda, arama yapma gibi işlevlerin eklendiği paketler daha yüksek fiyatlarla sunuluyor. Bu yaklaşımın birçok diğer sektör için de gerçekleşmesi kaçınılmaz olacak. İnsanlar artık ait oldukları bir sistem için üretim yapacak ve ondan beslenecek. Kendi içinde yeterli küçük topluluklar yeni toplum birimleri olacağa benziyor. Netvvork marketing şirketi Ojnet’in koronavisrüs sürecinde cirosunu koruması, bu modelin anlamını ortaya koyan önemli bir gösterge. Qnet Türkiye Genel Müdürü Cem Geyik, 2020’de şirketin kârının bir miktar gerileyeceğini ancak ciroda çok büyük bir düşmeyle karşılaşmayacaklarını düşünüyor. Bunun nedeni, pazarlama ağında yer alan kişilerin gelirlerini korumak için satışlarını sürdürmeleri. Bu sayede kolektif yapı, varlığını güvence altına alıyor. Bunun bir boyutu, gelir dağılımını düzeltmenin önemine işaret ediyor. Diğer boyutu ise, tedarik zincirindeki sağlamlığıyla ilgili. Koronavirüs günlerinde Ojıet’in satışları, iki alanda yoğunlaşıyor. Biri, su arıtma ekipmanlan. Ambalajın üzerinde virüsün taşınmasından duyulan endişe, dışarıdan su almak yerine musluk suyunu arıtma tercihini getirince bu gelişme yaşanıyor. Qnet, tedarik süresinin üç gün uzadığını ağına bildirerek bu talepleri karşılıyor. İkinci büyüme alanı ise, temizlik ve hijyen malzemeleriyle ilgili. Bu konuda da üretimin Türkiye’de yapılıyor olması, arzın talebi rahatlıkla karşılamasını sağlıyor. Bu, iyi organize olmuş küçük ağlar içinde yaşamanın hayatı kolaylaştıracağına işaret eden örneklerden sadece biri. Kod sözcüklerini, yapının esnekliği ve sağlamlığı olarak ifade etmek gerekiyor. Bu tür yapılarla toplumsal yaşamı yeniden organize etmek gerekiyor. Bu yapılar kurulurken, dijitalleşme ise önümüzdeki dönemde bu küçük topluluklar arasındaki daha büyük ölçekli ve global ilişkileri sağlayan bir araç olarak işlev görecek. Şu anda dijital paraya geçiş ile ekonomi politikalannm uygulanması kadar sürdürülebilir bir finansal sistem yaratılması da gündemde önemli bir yer alıyor. Gelecekte dijital ağlar ve 5G sayesinde tasanmlann dijital olarak paylaşılması ve ürünlerin son noktada 3 D yazıcılar ya da başka üretim tesisleri tarafından üretilmesi mümkün olacak. Bu, ödeme sistemlerinde zaten yaşadığımız değişimin bir benzeri olduğu için çok uzak bir hayal olduğunu düşünmüyorum. YNI DURUM SERVİSLER için de geçerli. Uzaktan sağlık hizmetleri, koronavirüsün riskleri nedeniyle şu anda zaten hem uygulama tarafında hem de geliştirme tarafında odaklanılan en önemli alanlardan biri. ABD ve Avrupa’da sağlık startup’larına yatırımlar kartopu etkisiyle artıyor. Türkiye’de Getir, sınırlı bir portföydeki ürünlerin teslimatını başarıyla gerçekleştiriyor. Bu modeller, yeni normale uyum sağlarken ya da yeni normali oluştururken üzerinde dikkatle durmamız gereken canlı örnekleri ortaya koyuyor. Ortaya çıkan yeni örnekler geleceği yakalamak için şansımızı yükseltiyor ancak bu herşeyin çok kolay olacağı anlamına gelmiyor. AVM problemi, işlerin zorlu boyutunu anlamak için çok açık bir örnek. AVM’ler toplumsal ve ekonomik hayatımızın önemli bir parçası. 2019’da Türkiye’deki 466 AVM’ye 2,4 milyar ziyaretin gerçekleştiği belirtiliyor. Nüfusa oranlandığı durumda kişi başına 30 ziyaret anlamına gelen bu rakamın, işaret ettiği diğer bir nokta iki aylık kapalılık döneminde 400 milyon ziyaretin ve bunun yaratacağı ekonominin gerçekleşmediğini gösteriyor. Bu ekonomik yük nedeniyle, AVM’leri açmak zorunda kalırken sahillerde dolaşmayı yasaklıyoruz. Operasyonel taraftaki ciddi sorun ise, iklimlendirmeyle ilgili. Soru şu: İklimlendirme sistemleri dışarıdan yüzde 10 kadar yeni hava alsa da ağırlıkla içerideki havayı devridaim ettirdiğine göre koronavirüs koşullarında etkisi ne olur?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir